16 Mayıs 2010, dünya nüfusunun büyük çoğunluğu için oldukça sıradan bir gün ama milyonlarca Türk futbolsever için çok önemli bir gün.
2006 Mayıs'ı Denizli deplasmanından bu yana " ulan futbolda daha büyük bir acı yaşamamız mümkün değil" diyerek izledim her maçı. Ne olacak 5 atsak ne değişecek 5 yesek dedim durdum. Son 48 saate kadar böyle düşünmeye devam ettim. Ancak iki gündür duramıyorum, uykum bölünüyor, düşüncelere dalıyorum. Denizliyi düşünüyorum, yaşadıklarımızı ve yaşadıklarımızdan hiç ders çıkarmamış olan büyük çoğunluğu düşünüyorum. Değişmeyen, değiştiremediğimiz bazı şeyler var; başkanımız, teknik direktörümüz, bazı futbolcularımız ve taraftarımızın çoğunluğu... Denizlide yaşadıklarımızı yarın tekrar yaşamamamız için futbol olarak ve idaresel olarak hiç bir artımız yok. Tek ümidim çubuklu formanın ruhunun yarın 90 dakika mesai yapması. Bu bünye yarın akşamı olası bir hüsranda kolay kolay kaldıramaz. Kötü bir futbol sezonunu şampiyonluk kapamak ise bünyede mevcut hasarların ancak bir kısmını tedavi eder. Ancak bu işin bir kere daha en güzel yanındayız. Sadece sarı-laciverte gönül vermiş olanlar olarak savaş meydanının bir tarafındayız. Diğer tarafta dalgalanan bayraklar ve renkler o kadar çok ki sanırsınız festival var. İşte en büyük artımız bir kere daha bu. Denizlide olmadı, olamadı, oldurulmadı... Ama yarın akşam ya olacak ya da O-LA-CAK! Bir festival akşamı yarın. Ve festivalin rengini biz belirleyeceğiz. Ya Sarı-Lacivert olacak ya da gökkuşağı.
Yarın akşam sonuç ne olursa olsun bir tek bizlerin sevdasının rengi değişmeyecek. 1907 den beri her sabah özgürlüğe doğan, sonsuza kadar onurlu uygar Fenerbahçe'yi sevmeye devam edeceğiz... Kaybetsek bile yarın akşam bu emaneti iftiharla taşıyacağız. Evlatlarımıza tertemiz bir sevda bırakacağız. Bu sevdadan vazgeçen kahpedir...